29 Ekim 2014 Çarşamba

Madrid Hakkında Bilmeniz Gerekenler


    İspanya' nın başketni Madrid şehri tarihi, mütevazi, sıcak kanlı akdeniz insanlarının bulunduğu güzel bir şehir. Başketimiz ile kardeş belediye seçilen Madrid kenti bazı açılardan da benzerlik göstermekte.
    Çok gelişmiş bir metro hattına sahip, toplam 13 hat bulunsada ve çok karmaşık gibi görünsede aslında belli bir düzene sahip metro hattını çok kolay bir şekilde öğrenip adapte olmak mümkün. Kötü yanlarından biri hava alanı şehre oldukça uzak, fakat tek bir araçla ulaşım mümkün olmakta. İlginç bir şekilde bayrağında resmi bulunan ve şehrin simgesi haline gelmiş, meydanda heykelide bulunan elleriyle ağaca tutunmuş meyve yiyen bir ayı figürü. Hikayesi farklı şekillerde anlatılmakta olan bu sevimli ayının heykeli çok fazla turistin fotoğraflarına model olmaktadır.
    Eskiden beri var olan bir alışkanlıkları var İspanyolların Siesta dedikleri; öğle şekerlemesi durumu. Devlet daireleri ve bankalar öğlen 1 civarı siestaya giriyorlar ve birdaha iş başı yapılmıyor. Çok ilginç bir uygulama özel sektörde ise durum biraz daha değişik. yine öğlen 1 civarı siestaya girenler evlerine gidip ya da işyerlerinde yavaşça yemeklerini yiyip içkilerini içiyorlar ve siestalarını yapıp saat 5-6 da tekrar iş başı yapıyorlar.
Gayet rahat çalışma hayatı kendilerini hiç üzmüyorlar. Önceleri bizim ülkemiz de de cuma günleri müslümanlığın kutsal günü sebebiyle öğle araları olurdu ibadet amaçlı ve dinde cuma saati çalışmak günah olması adına, fakat artık herkes para gelsinde nasıl gelirse gelsin diye hiç bir iş yeri kapanmıyor.
    Madrid' e dönecek olursak, harika tarihi mimarisi sizi, sizden alacak ve izlemeye doyamayacaksınız. Etnik ve ışıltılı bir havası var. Yemek içme konusunda çok farklı bir mutfağa sahip İspanyollar ama bizim damak zevkimize de uyar gibi geliyor. Paella ismindeki geleneksel bir yemeğe sahipler; deniz ürünleri, çeşitli sebzeler ve pirinçle sentezlenmiş bir tür deneyebilirsiniz, sonuçta bizim halkımızda içine pirinç doldurulan midye dolma seven bir halk. Tatlı içinde yine farklı bir lezzet olan churros isimli halka tatlısı benzeri fakat şerbet yerine çikolataya batırarak yeniyor. İçecek içinde Sangria isimli meyveli, beyaz şarabı tercih edip deneyebilirsiniz.
    Gösterişli mekanları, meydanları, gece hayatı ile çok canlı bir yer Madrid. fakat halkı malesef pek İngilizce bilmiyor yinede tüm sıcak kanlılıklarıyla size yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar.



 

27 Ekim 2014 Pazartesi

Motorsikletle Hollanda' dan Moğalistan' a Uzanan Yolculuk...


    Bazı insanlar gezgin ruhludur, maddi olgular onlar için temel yaşam ihtiyaçlarını karşılasın yeter. Evleri, lüks arabaları olmasın, kariyer derdi ya da çevrem benim hakkımda ne söyler korkusu yokken; sadece bir motorsiklet ve karşısında uzunca yollar olsun bu insanlara ve bu yollar hiç bitmesin isterler.
    Bu iki kafadar arkadaşta işte bunu yapmış. Günlük, toplumsal olgulardan sıkılmış, yaşamın aynı monoton mıymıntılığından bezmiş; 2014 yılının başında ikisi de işlerinden istifa etmiş, koca bir yaşanmışlığı geride bırakarak, motolarına atlayıp, kendilerini  birçok serüven yaşayacakları macera dolu yollara vurmuşlar. Ömülerinin tamamını yollarda, gezilerek yaşanacak canlı maceraların kucağında geçirmek isteyen bu iki arkadaş; 3 ayda içlerinde Türkiye' nin de bulunduğu, 16 ülke gezmişler.
    Basit güvenli, konforlu bir tatil peşinde değil onlar. Macera dolu yollara ve hayata meydan okurcasına yapılacak gezilerin derdinde. Çok taktire şayan bir manzara.
    Çektikleri fotoğrafları da yazıya ekliyorum, ama bu fotoğraflardaki mekanları, insanın kendi gözüyle görmesi, sadece işi gücü bırakıp oralara gitmek istemesine yetiyor. Fakat bir çoğumuzda güvenli yaşamlarını terk edecek cesaret malesef bulunmuyor. Kolay iş değil şüphesiz bu yaptıkları; ama dedim ya meydan okuma büyük olmalı, hayatı keşfetmek için yollar katetmek, güzel manzaralar görmek için çok yükseklere tırmanmak gerekir. Maceranız bol, yolunuz açık olsun...

Yalnız şehir; Budapeşte


    Macaristan' ın başketi Budapeşte. Çok etnik farklı bir şehir. Tuna nehrinin iki kıyısında yer alan Budin ve Peşte şehirlerinin 1873 yılında birleşmesiyle oluşmuş bir yer. Avrupa' nın en büyük şehirleri arasında birinci sırayı Berlin alırken, ikinciliği de Budepeşte almakta.
    Mimarisi çok güzel, tarihi açıdan da fazlasıyla zengin. Bir dönemin padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman tarafından bir hevesle fethedilmiş 150 yıl kadar Osmanlı elinde kalmış, fakat sonra fethedilen çoğu toprak gibi Budapeşte' de kaybedilmiş. Evliya Çelebi Budapeşte' den bahsederken içerisinde; 47 mescit, 25 kadar cami, hamam, mektep, saat kuleleri, bedestenler bulunduğunu yazmıştır. Şehirde bulunan Mustafa Paşa türbesi Mimar Sinan' ın elinden çıkma olduğu söylenir.
    Sert bir iklimi bulunan Budapeşte geçiş iklimlerinde de bol yağış alır. Müzmin, yalnız bir havası vardır. Sanki yıllarca Viyana' nın gölgesinde yaşamış, hep arka planda kalmıştır Budapeşte... Güneşe hasret bu şehirde adım başı solaryuma rastlamanız çok mümkün. Yılbaşında balolar, etkinlikler düzenlenen etkileyici bir opera binasına sahip. Yılbaşını Budapeştede çok etnik ve cıvıl cıvıl geçirebilirsiniz.
    Mutlaka tekne turuna katılmanız gerekli, gece de tekne turları düzenleniyor ve şehrin ışıkları o tarihi yapıların üzerine vurduğunda çok etkileyici bir hal alıyor. Nehrin ortasında ufak bir ada bulunuyır, ağaçlı bir parka ev sahipliği yapıyor, parkın içinde ise; bir saray bulunuyor.
    Müzik severler içinde takip ederlerse, her yıl rock-elektronik mizk festivalleri düzenlenmekte. Ülke ekonomik konumu biraz bizim gibi fakirlik var, taksiler pahalı fakat insanlar daha çok yardımsever ve daha dürüst. Halkı şehrin nostalji yanını seviyor, bizim bazı tarihi şehirlerde olduğu gibi şehri eski ve yeni olarak ayırmışlar. Değişik tatlar denemek istetenler için farklı lezzetler bulabilecekleri mekanlar var ve Tokaji şarabı da denemek isteyenler için buraya özgü. Kalesi görülmeli, gezilmelidir.
    Bu şehre geldiyseniz tarihi yerleri görmeden geçmeyin. Mustafa Paşa türbesine de gidin, mezar taşında çok dokunaklı yazı yazmakta: Düşmanımızdı fakat burada çok kahramanca savaştı" gibi ibarelerle saygı duyularak anlatım yapılmış.
    Kimi zaman sislerin sardığı ve şehri melankolik, gotik bir havaya soktuğu zamanlar, tarihi binaların sivri uçları ile birleşince kendinizi sanki 1800 lü yıllara zaman yolculuğu yapmış gibi hissedeceksiniz. Gezip, görülmesi gereken bir şehir. Birde Budapeşte Oteli diye filmi var izleyenlerden, kimi seviyor kimi ise hiç beğenmiyor. İzlemek isterseniz bilginize...

25 Ekim 2014 Cumartesi

Portekiz' in İncisi: Lizbon


    Portekiz' in en büyük şehri aynı zamanda da başkenti oluyor Lizbon. Avrupa' nın en batı ucu ve İber yarımadasının en güzel şehirlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Tam tatillik, gezmelik olarak Avrupa' nın en sıcak şehirlerinde biri, tipik bir Akdeniz İklimi mevcut.
    Baxia ismindeki şehir merkezi Unesco' nun Dünya Mirası listesine girmiş bir yer. Şehrin belirli yerlerinde semtleri birbirine bağlayan Neogotik tarzda asansörler bulunmakta. Çoğu döneme ev sahipliği yapmış olan şehirde mimari olarak: Barok, Roma, Gotik v.b. mimaride yapılar görmek mümkün. Özellikle sonbahar ve kış sezonunda yolunuz düştüyse Lizbon' un opera salonunda birçok gösteri izleme fırsatınız olacaktır.
Rio De Janeiro' daki tepede bulunan Corcovado anıt heykeli yani İsa' yı simgeleyen heykel benzeri bir heykelde Lizbon' da tüm şehre hakim bir yerde kollarını açmış olarak bulunmakta. Bu anıt heykel ise; II. Dünya Savaşı' ndan sonra savaşın bitişine ve kurtuluşa şükran amaçlı yapılmış.
    Eğer Lizbon' a Haziran ayında yolunuz düşüyorsa; Haziran' da beş gün süren ve caddelerde kutlanan bir festivali var bunu görmeden, katılmadan dönmeyin.
    Şehir merkezinde yer alan en büyük park; Parque Eduardo VII isminde, açılışı sırasında orda bulunmakta olan İngiltere Kralı' ndan almış adını. Oldukça güvenli bir ulaşım ağına sahip gelişmiş bir şehir. Sevimli sarı tramwayları bulunan şehirde aslında bunlar turistler için gezmenin güzel bir yolu. 28 numaralı tramway hattında Lizbon' u görmek için gezi yapabilirsiniz.
 Lizbon' un kalbinin attığı, uğrak yerlerin, alışveriş merkezlerinin bulunduğu ve gece hayatının canlı oldu yer ise: Bairro Alto. Burada gençlerin uğrak yerleri istediğiniz her tarzda bar ve gece klübü bulacağınız eğlence merkezi bölgesi. Baxia' dan Bairro Alto' ya ulaşmak için bahsettiğimiz şehir asansörlerini kullanmanız yeterli.
    Lizbon şehri de; ilginç bir şekilde İstanbul misali yedi tepe üzerine kurulmuş bir şehir. Ulaşım yüz yılı aşkın yaşlarda tramwaylar ve üç adet füniküsü ile dahada canlanıyor. Gezip görülesi, farklı bir tatil deneyimi yaşatacak bir şehir olduğu kesin. Farklı mimarileriyle harika fotoğraflar çekip, Portekiz mutfağının farklı yemeklerini deneyimleyebileceğiniz bir gezi olacaktır...

23 Ekim 2014 Perşembe

Ufkunuzu Genişletmezseniz; Dünya gittikçe daralır...


    Nasıl bir şeydir ki sevmek nasıl evrensel paha biçilemez bir histir. Yeri geliyor her şeyi seviyor insan, yeri geliyor nefret ediyor. Ve büyük dengesizlikleri, arada ince bir çizgi var diyerek nasıl da maskeliyor.
    Çoğu sevgiler, aşklar para ve onun getirileri üzerine kurulmuş. Doğayı sevse insan, dağları, ağaçları hayvanları; nasıl Amazon ormanlarında hergün hemen hemen kaçak olarak 2500 tane ağaç kesilmesine göz yumacak.. Ya da nasıl göz yumar Afrika da binlerce insanın hastalıktan, açlıktan ölmesine. Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık anlayışı, yılan size dokunduğunda çok geç kalınmış olacağını bildirir aslında.
    Sevgi sempozyumları düzenleyip, resepsiyon gecelerinde pahalı giysiler, çantalar, smokinler ve ellerinde şampanyalarla nasıl da tartışırlar açlıkları, hastalıkları ve böyle geceleri yapıp destekleri için içleri rahat olarak ayrılırlar oradan.
    Hayvanları derileri, kürkleri için hunharca katlederken, bunun yanında bir çok yıkıma dur demezken; savaşlar, silahlar, zırhlı araçlar için nasılda fazla bütçe ayırırlar.
    Dünya kendini yenileyebilen doğal kaynaklarla dolu muazzam bir gezegen. Fakat her geçen gün yok ediliyor; besin zincirinin en üstündeki, en gelişmiş, en zeki olduğu düşünülen tür tarafından...
     Umursamamak çağımızın en büyük bulaşıcı hastalığı aslında. Çünkü tüm kaynaklar eşit kullanıldığında Dünya üzerinde yaşayan her canlı mutlu olabilecek şekilde yeterlidir.
    Kendini gezgin ilan edip; toplumun sıkıcılığı, iki yüzlülüğü, dengesizliğinden bıkmış kişiler aslında çoğusunun bakış açısındaki gibi meczup değil sadece birer duyarlı birey. Hali hazırda görülmesi gereken doğal güzellikler tükenmeden, gezmek, görmek keşfetmek ve bu yolculukta kendi benliklerini tanımak istiyorlar sadece. Gezginler; en duyarlı, en hoşgörülü insanlardır. Yarım ekmek yiyecekleri olsa paylaşırlar sizinle.
    Neden çantalarını sırtlarına takıp Dünya' yı gezmeye çalışıyorlar sanıyorsunuz. Geri döndüklerinde tüm hırs ve nefretlerinden arınmış değişmiş olacaklar. Çünkü kendilerine dışarıdan bakmayı öğrenip, tanıdıkları her farklı kültürde, farklı Dünya' lar keşefedecekler.
    Sevmek hissetmektir. Sizi tutsak etmez, tam tersi özgürleştirir ve duyarlı birer insan yapar...

19 Ekim 2014 Pazar

Patara' dan Demre (Myra)' ye uzanan bir Noel Baba Hikayesi



    Bildiğiniz üzere Patara Dünya' nın sayılı güzellikteki plajları arasına girmeyi başarmış; upuzun kumsalı berrak, tertemiz turkuaz denizi ve kum tepecikleriyle Antalya Kalkan' a 15-20 dakika uzaklıktaki bir yer. İçinde hem Patara antik kenti bulunan, tatilcilerin, gezgin ve seyahat tutkunu turistlerin uğrak noktasına haline gelmiş, kumsalında ata binme etkinlikleri yapabileceğiniz, akşamları sevimli careta carettaların yuvaları için ziyaret ettiği çok muazzam bir yer.
    İsmi Myra olan günümüzde Demre denilen yer ise; Likya' ın en önemli şehirlerinden birisiymiş. M.Ö. 5. yüzyılda kurulan bir şehir olan Myra Roma döneminde gelişip, zenginleşmiş. Piskoposluk merkezi olarak kabul edilen (Myra) Demre' de St. Nicholaus IV. Yüzyılın başında burada görev yapmış, halk onu çok sevmiş ve O' da inancı uğrıuna çok acılar çekmiş. Daha sonra hep Hac yollu ziyaret yapılmış buraya. Bu yüzden Demre Hristiyan dünyasında çok önemli bir yere sahip.
    Kimdir bu St Nicholaus? Bu Nam-ı Diğer Noel Baba denen kişidir. Ve bu da onun hikyesi:
Aziz Nicholaus M.S. 3. yüzyılın sonlarında, tarihler 243. yılı gösterdiğinde Patara kentinde dünyaya gözlerini açmış. Zengin bir ailenin oğlu olarak doğmuş olan Aziz Nicholaus, iyi bir eğitim görmüş, insanlara hoş görüsünde kusur etmeyen ve onlar tarafından hep sevilen biriymiş. Kudüs yolculuğunun dönüşünde kurtulduğu fırtınadan sonra, denizciler Aziz Nicholaus' un kendi dualarıyla kurtulduğunu idda etmeleri nedeniyle; O' nu "Denizcilerin Azizi" seçmişler.
Aziz Nicholau' ta denizciliğe olan sempatisi sonucu 285 yılında Myra ( Demre) kentine yerleşmiş.
Bir rivayete göre buranın kilisesinin piskoposu ölmüş ve papazlar aralarında bir türlü anlaşıp bir piskopos seçememişler, ancak dua etmeleri esnasında duydukları bir ses onlara yarın kapıdan girecek ilk kişiyi piskopos seçmelerini söylemiş.
   Nicholaus o gün erkenden kalkıp kiliseye gitmiş. Kilisenin bütün rahipleri dizilmişler kapıda bekleşiyorlarmış, Duydukları sese göre gelen ilk kişiyi piskopos yapacaklarmış. Rahipler Nicholaus' u görünce sevinip gülümsemişler ve ona yeni piskoposumuz sensin demişler, başlarından geçeni anlatmışlar. Böylelikle Aziz Nicholaus M.S. 285 yılında Myra ' da piskopos olmuş.
    Bu kentte yaptığı iyilikler ve en önemlisi de yoksullara yaptığı yardımlarla herkesin sevgisini kazanmış. 26 Aralık geceleri evlerin kapılarına gizlice küçük çocuklar için sevinsinler diye hediyeler bırakırmış.
   İşte yılbaşı gecelerinin ak sakallı, kırmızı kostümlü Noel Babası böyle ortaya çıkmış.
Demre' de şehir kalıntılarının bir çoğu malesef günümüzde görülememekte, gerek suyun yükselmesi gerek depremler, yer şekillerini değiştirmekle beraber yapılara da zarar vermiş, fakat bazı kalıntılar da var ki günümüze dek bozulmadan ulaşmış. Tekne gezilerinde tatil, keşif ve seyahat için gelen turistler bu kalıntıların olduğu yerden geçerek, yapıların bazı kalıntılarını görüp rehberleri eşliğinde dinleyerek, tarihte geriye doğru hayali bir yolculuğa çıkabiliyorlar.







16 Ekim 2014 Perşembe

Buzlar Ülkesi İzlanda...


    İzlanda; kükreyen volkanları, monolitik buzulları, buz gibi dağları ve derin fiyortları açısından doğal zenginliği olan bir ülke. Kuzeyin ham doğal güzelliklerini ve mistik gücünü yakalamak isteyen fotoğrafçılar için kutsal bir mekan haline gelmiş bulunmakta.
    İzlanda' nın doğasının güçlü duruşu ve birbirine zıt görüntüsü tatilcileri, gezginleri ve fotoğrafçıları kendisine karşı konulmaz kılıyor. Buzul havzaları, yüksek dağların aralarındaki şelaleleri, volkanik külleri ve çöl kesimleri birbirlerine zıtlık oluştururken bir yandan da inanılmaz bir ahenk içerisindeler. Bazı bölgeleri boş ve çorak hissettiren kendine özgür bir dünyası olması İzlanda' yı bakir kılıyor. İzlanda' nın nüfusu neredeyse 325.000 kişilik. Konumu itibariyle muhteşem manzaralar görmeniz mümkün. Aurora' ların ( Kuzey Işıkları) buzulların üzerinde dans ettiği müthiş gece manzaraları yaşamanız kaçınılmaz. Uzmanlar İzlanda' nın jeopolojik ve tarihsel açıdan genç bir ada olduğunu düşünüyor. 16 - 18 milyon yıl önce tektonik yer hareketleri sonucu oluşmuş olabileceği gibi sonuçlar mevcut.
    İzlanda' da lükslük dereceleri değişiklik gösteren birçok otel bulunuyor. İsteğinize ve bütçenize göre seçim yapabilirsiniz. Tabi nispeten daha lüks oteller konum ve manzara açısından daha zengin, manzaraları konukları en iyi şekilde seyeredebilsin diye, camlar yere kadar, servis daha fazla, fakat fiyatlar daha yüksek.
     İzlanda görsel dünyanıza hitap eden, kafa dinlemek ve farklı bir kültürle tanışmak için çok ilginç bir ülke. Özellikle de soğuk hava sevenler için, hiç sıkıntı çekmeyecekleri bir ülke.

15 Ekim 2014 Çarşamba

Kekova Tatili Gezilecek Yerler


   Şirin mi şirin bir köy aslında Simena (Kaleköy) ada üzerine kurulmuş, tekne turları ile turist ziyaretlerinin durağı haline gelmiş yokuşlu, bayırlı dar sokakları ile müthiş sıcak bir yer. Yazın sıcağında durmadan, dinlenmeden tırmanış içerisinde herkes; yukarıdan görecekleri muazzam manzaraya hemen ulaşabilmek için ilerliyorlar. En tepede gezilecek tarihi surlarla bezenmiş bir kale ve çevreye serpiştirilmiş gibi duran Likya mezarları var. Ardında da harika berrak, turkuaz renkli sular...
    Adada butik oteller bulunmakta fakat otellerin cepheleri ve önlerinden denize girilebilmesi açısından sürekli tekne turu ile gelen turist ve teknelerle göz göze gelme durumundasınız. Çok ta kafa dinleyecek zamanınız olmayabilir çünkü küçük ada, dar sokaklar, ufak iskele hep bir insan hengamesi içerisinde.
    İlk rampayı aldığınızda köylü teyzelerin minik tezgahlarında satmak için dizdikleri incik, boncuk, magnetlerden tutun da kışlık patiklere, ada çayı, kekiklere kadar bir sürü farklı çeşit görebilmeniz mümkün. Ama beni en çok şaşırtan turistlerle çatır çatır Almanca, Rusça konuşan yemenili şalvarlı köylü teyzeler oldu. Öyle sevimli, sempatikler ki onları, aksanları düzgün şekilde yabancı turistlerle pazarlık ederken duyunca hem şaşırdım, hem de yüzümde bir tebessüm belirdi. Çok taktir ettim valla biz bir sürü paralar harcayalım kurslara gidelim, hala da yok aksan olmadı, yok kelime ezberleyemedim aman pratik yapamadım diye ağlayalım onlar ohh valla çatır çatır konuşsun :)
    Şaka bir yana orada yaşayıp, çalışıpta zaten farklı diller öğrenmemek imkansız. Ülkemiz cennet gibi güzel ama belirtmeliyim ki, güneyi bir başka valla. Sıcağından mı, denizinden mi bilemiyorum çok moral veriyor insana.
    Simena' da ev yapımı dondurma çok mehşur; yiyip çok beğenenlerde var sevmeyenlerde var. Ben denemedim o yüzden yorum yapamayacağım. Tırmanırken ilk karşınıza gelen dinlence ve bir şeyler içme olarak değerlendireceğiniz "The I am Here" isimli cafe. Girişte teyzeler; yine çeşitli kurutulmuş baharatlar, şifalı otlar satan tezgahlarını kurmuş. Balkonu olan cafenin manzarası da müthiş. Yayılıp oturabileceğiniz şark köşesi ve minderler var etraf canlı, renkli cıvıl cıvıl. Biraz dinlenip içiceklerinizi içtikten sonra yolunuza devam edip tırmanmaya geri döneceksiniz. Yukarı vardığınızda bir yanda kale girişi -ki ücretli- diğer yanda patika devam eden yol var.
   Patika yoldan zaten muhtemelen grup olarak çıkacaksınız ve rehberiniz size anlatacak ilerledikçe sağda solda Likya mezarları görmeye başlayacaksınız. Bizim rehberimizin ilk rehberlik deneyimi bize denk geldi, bu yüzden hiç memnun kalmadık ama hepsi öyle değil tabi.  Bu mezarlar millattan öncesi dönemlere ait fakat hala çok iyi durumdalar. 3 bölümden oluşuyorlar en üstte kapak var çok ağır ve büyük görünen kapağı mezar soyguncuları kolay kolay açamasın diye yapmışlar _ki zaten hiçkimsede açamamış_ geçmişte hep alt yan duvarları kırarak soygun yapılmış.  
    Orta bölümde eşyalarıyla hazineleriyle gömülen kişinin eşyalarının durduğu bölümmüş, en alt bölümde mezar odası bölümü ama zemin kademeli inşaa edilmiş, böylece depremlerden de etkilenmeyen bir yapısı bulunuyor. Mezarların dışı ne kadar süslü, oymalı olursa mezardaki kişinin zenginlik derecesi buradan anlaşılıyormuş. Bu mezarlar o dönemde sadece genel olarak, varlıklı kişilerin yaptırdığı türden.
    Adanın her yeri gezilemiyor özel mülk kısımlarında kalan tarihi yapılarda var fakat malesef girilemiyor. Kalede yine aynı şekilde surları ayakta kalmış tarihi çigsini koruyan ve günümüze iyi derecede korunarak ulaşmış muazzam bir yapı.
 

13 Ekim 2014 Pazartesi

Antalya' ya Yolculuğumuz..



    Yollar yaşamın temelini oluşturur. Terminalde bir gece yarısı koşuşturan, bekleşen, yorgun yüzler görülüyor. Otobüsler ıslak caddelere dalıyor ardında salyangozun bıraktığı izler gibi, ışıkları yere yansıyor. Ardımızda bıraktığımız onca yükle, yollar kucalıyor bizi. Biraz hafiflemişiz doğduğumuz şehirden ve sorunlarımızdan küçük bir tatil için ayrılırken.
    Kulağımızda değişik vaatlerde bulunan ingilizce şarkılar eşliğinde, pencereden karanlığın dinlendirici siluetini izlerken buluyoruz kendimizi. Bugün her yer çok kalabalık insanlar ilk kez bayramla tanışmış gibiler, her bayram olduğu gibi. Sürekli telaşlılar akılları ne unutmuş olabilecekleriyle hayli meşgul. Monotonluğumuza hafif inceltici katan, bayramları saygıyla yad etmeye çalışanlarımız var. Biz yollardayız, göçmen kuşlar gibi güneye göç ediyoruz. Tabi kalış süremiz onlar kadar uzun olmayacak. Yolumuz Antalya' ya düşecek bu sefer. Çok sevdiğim fakat, yaşama şansım olamayacak bir şehir. Antalya; hep bir tatil havasında olan, kah turistik mağaza ve çalışanların olduğu kaldırım taşlı dar sokakları, kah artık burada yerleşik hayata geçmiş rus ve ingiliz turistleriyle; yaz, tatil ve seyahatler burada hiç bitmiyor.
    Yazın uzun soluklu yaşandığı bu şehirde, gri olabilecek tek şey belki de Torosların çorak yerlerinden görünen kayalıklarıdır. Ekim aylarında zaman zaman yazın mola verdiği tropikal yağmurlarla tanışsakta, o bile farklıydı bizler için. Sanki başka bir ülkeye gelmişiz gibi; tüm politik olaylardan, asık suratlardan, düşmanca bakan insanlardan, kavgalardan, eylemlerden uzakta sıcak bir dünyanın tadını çıkarttık.
    Bu konuda dönesiniz her nekadar gelmese de evim dediğiniz topraklar malesef sizi geri çağırıyor. Tatil, geziler güzeldir, ama benim için birazda yavan kaldığı zamanlar olabiliyor. Bazı şeylerin bir zaman aşımı vardır, gününü doldurur, sonra geldiğin yere dönme hasreti başlar. Ve buraların tadımlık kalması tatil için geri döneceğinizi bildiğiniz bir durağı arkanızda bıraktığınızdan dolayı, muazzamdır aslında.
    Çok fazla gezilecek mekan var Antalya' da, tarihi yerleri söylemiyorum bile çünkü, onlar için ayrı yazılar paylaşacağım. Her yeri didik didik gezmek isterseniz bir hafta asla yetmez. Önce ne tarz bir tatil yapacağınıza karar verip, ona göre bir gezi planı oluşturmalısınız. Şehir içinde konaklamak için, tavsiyem şehrin tarihi yerlerinden biri olan kaleiçi civarı olacaktır. Tarihi üç kapılara yakın olan kaleiçinde, bir çok irili ufaklı, butik otel, pansiyon ve apart otel bulunmaktadır.
    Her bütçeye uygun konaklama seçeneklerini bu kısımda bulabilirsiniz. Özellikle butik otellerin kendilerine ait bahçeleri, hem restoran hem de pub şeklinde hizmet veren loş ışıklandırmaları ile çok güzel yerler. Her otelin kendi konsepti var. Osmanlı, İtalyan, Hint gibi ezgilere sahip farklı konseptler turistler için oldukça ilgi çekici. Dar sokaklardan devam ederken otellerin aralarında, publar görmeye devam edeceksiniz. Canlı müzik hizmetleriyle birçok pub mevcut. Bu civardaki tüm binalar, 2-3 katlı çıkmalı, fransız balkonlu, sevimli eski tarz yapılardan oluşmakta.
    Turistler için birçok hediyelik eşya ve baharatçı dükkanı var. Hangi mevsim olursa olsun buralar hep canlı, işte bu yüzden bu şehirde memur bile olsanız ve atamayla gelseniz, canınız hiç sıkılmayacaktır.
    Ne giydiğiniz, nasıl makyaj yaptığınız, saç renginiz, piercinginiz ya da kim olduğunuz bu şehirde göze batmayacak ve insanlar tip tip bakmayacaktır. Çünkü az çok herkes bilir ki; çoğu şehirde toplumsal baskı ve dışlama hareketlerine her geçen gün birçok insan maruz kalmaktadır.
    Geceleri canlı, insanları sıcak kanlı, parklarında gençlerin, ailelerin gece rahatlıkla oturup, ne isterse yiyip içebileceği şekilde güvenli. Turistik olduğu için birazda tabi; şehir daha temiz, düzenli ve avrupa havasında. Orta büyüklükte bir lunaparkı var gece 2 ye kadar açık. Büyük bir akvaryuma sahip ve içinde bol çeşitte balıklar ile büyük bir tüneli var.
    Bir grup kafadengi arkadaşınızla ya da sevgilinizle baş başa gidip, doyasıya eğlenebileceiniz bir tatil yeri...
 





6 Ekim 2014 Pazartesi

Kalkan -- Kas-- Turkey

    Kalkan (Greek: Kalamaki) is a town on the Turkish Mediterranean coast, which averages 300 days of sunshine a year. The area includes many historical sites and many fine beaches.
    The word Kalkan is Turkish for "shield". Kalkan is an old fishing town, and the only safe harbor between Kas and Fethiye; it is famousfor its white-washed house, descending to the sea, and is brightly colored bougainvilleas.
    Until the early 1920s the mojority of its inhabitants wew Greeks.
    They had to leave the town in 1923 because of the Exchance of populations between Greece and Turkey after the Greco-Turkish war. They emigrated mainly to Attica, where they founded the town of Kalamaki.
    British newspaper The Independent listed Kalkan among the best tourist destinations for 2007. The paper recommended Kalkan especially for those seeking a romantic vacation and who do not want to travel far from their home country in Europe, and defined the town as a destination of choice.



1 Ekim 2014 Çarşamba

An Gelir Sorgularız Yaşamı...



    Hayata büyük bir ümitle başlayan balık sürüleri, denizin derinliklerinde balıkçılar tarafından gerilmiş ağlara takılarak her şeyi noktalıyorlar. Onlar için yaşamın anlamı, ağlara kadar yüzebildiklerinden ibaret...
    Hislerin karmaşıklığı da belki bizi sadece ağlara dek canlı tutabiliyor. Hayatın karanlık dehlizleri var; ümitlerimizi elimizden alıp, her şeyi imkansızlaştıran ve yalan kılan dehlizler. Tüm bunların kısacık bir rüya olduğunu bilipte inadına yaşamaya çalışmak, o kadar acı verici ki. Ve hala sevmeye çalıştığımız bu yaşam, arkamızdan kimbilir daha ne karanlık planlar yapıyor...
    Ciğerlerimize çekiyoruz gri şehirlerin bu tozlu havasını, belki beynimizi uyuşturup her şeyi unutmak için dibine vuruyoruz alkolün. Ne var ki, bunların hiçbiri uzak tutamıyor bizleri; bizim takılmak zorunda olduğumuz ağlardan. Bazen de uçurumun kenarında açan çiçekler gibi olduğumuzu düşünüyorum. Manzaranın güzelliği nefes kesici, oysa ki her daim ölümle burun  burunayız....
    Yalanlar... Onlar bir hain bir tiyatro oyunundaki tiradın sözleri gibi; gerçeği yansıtan ama sadece rolden ibaret. Rolümüzü unuttuğumuzda ise yaptığımız doğaçlamalar; işte yaşamın gerçek yüzü bunlar..
    Tüm hüzünler, melankoliler hiçbir zaman yaşanmışlıkları sıfırlayıp doğduğumuz güne getirmiyor bizleri. Bir insan dünyaya gözünü açtığı andan itibaren acılara, yalanlara, yozlaşmış anılara ve hatta arada sus payı olarak verilen mutluluklara 'merhaba' diyor. Yalan içinde doğrularımı arıyoruz bizler, yoksa zaten doğrular içimizdeki yalanlar mı?


İzmir Karagöl de Kamp Zamanı



    Şuan, sonbaharın en güzel demlerindeyiz. Eğer Akdeniz' e inemiyorsanız, şöyle kuş sesleri ormanlar arasında göl kenarında kamp yapmaya ne dersiniz? Kış gelmeden tüm stresi, siniri orada bırakıp gelirsiniz. Zaten şehrin bet griliği bizi yeterince strese sokuyor :)
    İzmir Karagöl' den bahsediyorum; huzur kelimesinin neredeyse sözlük karşılığı. Hele ki haftaiçi giderseniz, sessiz, sakin. Burayı İzmirliler, haftasonları günübirlik piknikçilikte kullanıyorlar. İzmir karşıyakadan 27 kilometre uzaklıkta olduğu için çok sık gelinebilecek bir piknik yeride değil.
    Karagöl eskiden milli park orman idaresi yönetimindeyken, sadece günübirlikçilere açıktı. Fakat artık özel bir işletmeye 29 yıllığına kiralandığı için, kampta yapılabiliyor. Çıkış yolu biraz sıkıntılı  virajlı , tırmanışlı ve bozuk. Sadece özel araçla ulaşım sağlanabiliyor. Nispeten 4x4 ya da traktörlerle çıkış, yol için daha uygun. Hoplamalı, zıplamalı, engebeli yoldan çıkmak moralinizi biraz bozsada, tırmandıkça; İzmir Körfezi' nin nefes kesici manzarası sizi karşılayacak. İlerlemeye devam ettikçe yeşilim binbir tonu, turuncusu ve sarısıyla çam kokuları ve kuş sesleri geldiğinizi haber verecek. Yapraklar arasından gölü gördüğünüzde, zafer kazanmış gibi mutlu olacaksınız.
    Doğaseverlerin durak noktalarından biri Karagöl. Bisikletçiler ve günübirlik yürüyüşçülerinde konaklama yaptıkları bir mekan. Bornova sırtlarından başlayan yürüyüşler, Karagöl' de mola sonrası Emiralem inişi ile son buluyor. Bence bu konuda İzmir' liler çok şanslı haftasonları bile iş çıkışı, yaz kış kampa gelebilecekleri bir doğa harikasına sahipler.
   Fotoğraf tutkunları içinde çok güzel çekimlik manzaralar sunuyor park. Dış şehirlerden kampa gidecekseniz, pazar günleri orada olmamaya çalışın, biraz kalabalıklaşıyor pazar kampı bitirip ayrılma gününüz olabilir mesela.
    Son olarak Karagöl efsanesinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Frigya Kralı Tantalos, Spil dağında halkı ile yaşayan bir kralmış. Kral Tantalos ölümlü insanların içinde, Tanrıların sofrasında onlarla yemek yiyebilen tek insanmış. Fakat Tantalos, Anadolu Bolluk Tanrıçası Kibele' ye inandığı ve Helen Tanrılarını küçümsediği için; onları yamyam durumuna düşürmek amacıyla oğlunu kurban etmeye razı gelmiş. Tanrıları ziyafet yemeğine davet edip oğlunu kestirerek etini pişirtmiş ve Tanrılara sunmuş. Tanrılar anlayıp Tantalos' tan tiksinmişler ve ona öyle çok büyük bir ceza vermişler.
Tanrılar onu Spil dağından  atarak Hades' e göndermişler. Berrak suların içinde ayakta duruyor, su içmek için eğildiğinde suyu toprak emip yok ediyormuş. Üzerindeki dallardan armutlar, üzümler sarkıyormuş, fakat almak için uzandığında rüzgar uçuruyormuş. Tanrılar Tantalos' u açlık ve susuzlulukla cezalandırmışlar. İşte Kralın düştüğü bu yere Tantalos gölü adı verilmiş yani bugünkü Karagöl.
    Kış aylarında kampa gitmeyi düşünürseniz, kar olabilme olasılığına karşı ona göre malzemelerle gelmenizi öneririm.